VEREM

PROF.DR.İSMET SUNGURBEY’E ARMAĞAN
VEREM-em
SEKRETERLİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ


VEREM-em

Hasta Hakları Yönetmeliği’nin kabul edildiği 01.08.1998’den bu yana ne kadar yol aldık acaba diye düşünürken bir de baktım ki daha henüz yolun başındayız. 13 yılda 13 arpa boyu yol alamamak ne kötü.

Hastalığının başından itibaren tüm işlemlerinde babamın yanındayım; çünkü babam yaşlı ve hasta. Zaten o nedenledir ki hastane, tüm işlemlerde beni muhatap alıyor ve o matbu formları bana imzalatıyorlar. Bunlardan biri, “AYDINLATILMIŞ ONAM FORMU” esasen onay yerine “onam” doğru bir tanımlama, güzel yazmışlar ama buna form demek ne kadar uygundur? “Aydınlatılmış” ile başlayan bir belgenin adı form olamayacağı gibi hele matbu nitelikte hiç olamaz. Bu tür bir belge ancak ve -gerçekten- yapılacak bir aydınlatma ile her hastaya özgü ve dolayısıyla zorunlu olarak her biri diğerinden farklı hale gelmiş bir tutanak şeklinde olabilir. Hastanelerin ve doktorların yoğunluğuna ilişkin olarak yapılacak bir savunma da bu yanlışı doğru hale getiremeyecektir. Aydınlatma, bizzat hekimin hastası ile yüz yüze gelip yapılacak tüm işlemler ve sonuçları hakkında hastasını bilgilendirmesi ve hatta hastasının anlayıp anlamadığını test etmek için de ondan alacağı geribildirim ile bunu alması gerekir ki ancak o zaman buna “aydınlatılmış” diyebiliriz. İşte gerçek anlamda yapılacak bu aydınlatmadan sonra hastanın verdiği rıza ancak onam olabilir.

Göz ameliyatı için babamı götürdüğümüz söz konusu hastane de ameliyat için odamızda sıra beklerken bir hemşire gelir ve alelacele, “bu da size yapılacak işlemleri gösteren formdur, imzalar mısınız” der. Adı geçen “aydınlatılmış”(!) formda; ameliyat edilecek göz ile doktorun adı ve konulan tanı belli olmayıp, noktalı şekilde boş bırakılmıştır. Seçtiğimiz doktorun ameliyatı yaptığını umuyoruz, çünkü babamı ameliyathane girişinde hemşire olduğunu tahmin ettiğim bir görevliye teslim ediyor ve gerisini bilmiyoruz. Acaba diyorum güven unsurumuz sarsıldığında hastaneye başvursak ve “ameliyatı görmek istiyoruz” desek sonucu ne olur? Ameliyatlar kayıt ediliyor mu? Kaydediliyor olsa, bu hasta yanında, doktor ve hastane için de çok faydalı bir şey olmaz mı?

Avukat olarak büromda yeni bir dava için müvekkil kabul ederken onlarla “avukatlık ön görüşme tutanağı” düzenlemekteyim. Kapsamı fazla olmayan bir davada dahi en az 2-3 saatime mal olan ve karşılıklı tüm konular hakkında görüştüğümüz hususları yazıya döktükten sonra bazen ne oluyor biliyor musunuz? Müvekkil adayı teşekkür edip bir daha uğramıyor. Buna rağmen görüşme tutanaklarını noktalama işaretleri ile matbu bir form haline getirmeyi ve sekreter ya da stajyerim eliyle müvekkillere imzalatmayı hiç düşünmedim. Oysa söz konusu hastanenin doktoru ile aynı ve belki de daha fazla yoğunlukta çalışmaktayım. Ancak, yine de bu her iki meslekte başvuran kişinin (hasta-müvekkil) aydınlatılması ve bilgilendirilmesinin büyük bir önem taşıdığına inanıyorum. Kaldı ki inanmasak dahi bu yasal bir zorunluluk. Her meslek mensubunun önce insan haklarına sonra yasalara ve kendi meslek kurallarına uyması gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde bazı kimseler yaşadığı sorunu benim gibi yazmak yerine soluğu mahkemede alabilir.

Neymiş o mahkemeye taşınacak sorun?

VER
VEREM-em

Bu mudur? Budur.

HASTA HAKLARI YÖNETMELİĞİ (01.08.1998)

Kayıtları İnceleme

Madde 16- Hasta, sağlık durumu ile ilgili bilgiler bulunan dosyayı ve kayıtları, doğrudan veya vekili veya kanuni temsilcisi vasıtası ile inceleyebilir ve bir suretini alabilir. Bu kayıtlar, sadece hastanın tedavisi ile doğrudan ilgili olanlar tarafından görülebilir.

Son beş aydır babamı takip eden hastaneden (2).göz ameliyatımızı da bitirip son kontrolümüzü yaptığımız gün, güvenerek ve inanarak gittiğimiz hekime teşekkürlerimizi sunduktan sonra gayet nazik ve kibar bir şekilde talebimizi iletiyoruz; “doktor bey babam burada yaşamıyor İstanbul’da fazla kalmayacak birkaç gün sonra Maraş’a dönecek ve orda da bir doktorun takibinde olacak burada yaptığınız işlemlerin de bilinmesi için dosyamızın tamamından bir fotokopi istiyoruz”

Doktorun cevabı : VEREMEM (!)
…….?!

Bu “veremem” kelimesi, hekimin ağzından öylesine kararlı, öylesine net ve kendinden emin bir şekilde ve yine öylesine sert bir şekilde çıkıyor ki bir an donup kalıyorum. 3-5 saniye içinde kafamdan birkaç düşünce hızla geçiyor. Böyle basit bir konu ve hakkımız olanı elde etmek için verem olacağım galiba diye düşünüyorum. Oysa bir taraftan zamanla yarışıyorum bir saat kadar sonra duruşmam var ona yetişeceğim diğer taraftan, “doktorun elindekiler sanki “devlet sırrı”. Elindekiler bizzat bize, yani babama ait kayıt ve bilgiler olmasına rağmen neden veremem diyor” diye düşünüyorum. Yine her şeyden üstün tutulan ve “teamül” denilen bir şeyle mi karşı karşıyayız acaba?

Değişen kanunlara ve değişen dünyaya rağmen, değişmeyen ve teamül denilen bu katı zihniyet her yerde karşımıza çıkıyor. Hekimler kızmasın sadece onlarda mı var, sanki bizde yok mu? Bir keresinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanık vekili olarak duruşmada iken, G.D. (Gereği Düşünüldü) denildiğinde ayağa kalkmamış olduğumdan mahkeme başkanı bunu saygısızlık olarak addedip beni İstanbul Barosu’na şikâyet etmişti. Kendisine bunun mahkemeye saygısızlık olmadığını ve böyle bir amaç taşımadığımı ayrıca ayağa kalkmak gibi yasal bir zorunluluk olmadığını belirtmiştim. Mahkeme başkanı da zaten şikâyetine kanuni bir dayanak bulamadığı için de şikâyetini teamül denilen o her şeyden üstün güce dayandırmıştı.

Kendim dâhil kimseye zaman kaybettirmemek için (4) gün önce hastaneyi telefonla aramış, söz konusu doktorun yardımcısına kayıtların fotokopisinin hazırlanmasına ilişkin söz konusu talebimizi iletmiş ve geldiğimizde dosyamızın hazır olmasını rica etmiştim. Karşılığında “geldiğinizde hazır ederiz” diye cevap aldığımda işin doğrusu buna pek de inanmamıştım. O nedenle, hekimin “veremem” cevabı karşılığında donup kalmam bundan değildi çok daha farklı nedenleri vardı aslında. Bunlardan biri esasen hekimle aramızda iyi bir diyalog ve bir güven bağı oluşmuş olmasıydı. Babamın ilk yapılan sağ göz ameliyatı sonucunda görmesi düzelmemiş olmasına rağmen sorunun, ameliyattan değil retinadan kaynaklı kanama olduğu bize söylendiğinde biz, hekimimize karşı güvenimizi kaybetmemiş, birkaç ay sonra diğer göz ameliyatı için dahi aynı hekime başvurmuştuk. Sol göz ameliyatımızı da aynı hekimle yapacaktık. Nitekim yaptık da. Hekim, çokta iyi bir ameliyat yapmış ve babamın sol gözünde görme gayet iyi bir seviyeye yükselmişti. Hekimle aramızda her şey normal ve yolunda ilerliyordu. Hatta hekimle aramızda yurdum insanının davranış şekli olarak, hangi durumda piyango bileti aldığı ve seçimlerde tercihini neye göre kullandığına ilişkin kısa bir sohbet dahi geçmişti. Hiçbir sorun yoktu, ta ki dosyamızın bir suretini isteyinceye kadar.

Demokrat olduğunu zannettiğim bir hekimin hasta hakkını hiçe sayarak, üstelik kanunla düzenlemeye dahi gerek duyulmadan daha alt bir norm ile bir yönetmelik maddesi ile düzenlenmiş bulunan hakkımıza karşı “veremem” cevabı hangi düşünce ile açıklanabilirdi. Ülkemizde demokrasi bu yüzden yerleşmiyor sanırım. Demokrasi, insan hakları, hasta hakları, kadın hakları, çocuk hakları vs. vs. bunların hiç birini benimseyemiyor, fakat yüzeysel savunuyoruz; tenimizden içeri girmiyor, bir türlü içselleştiremiyoruz bu değerleri. Bu insan olmaktan kaynaklanan haklar hücrelerimize kadar girmedikçe hiçbir zaman demokrasi de gerçekleşemeyecektir.

Hekimin kararlı ve sert tondaki bu “veremem” cevabı karşısında kendimi alıkoyamadığım bir diğer düşünce de “doktorların büyük bir çoğunluğunun, hasta haklarına karşı ilgisizlik ve yukarıdan bakma eğilimlerinin kaynağının ne olduğu?” düşüncesiydi. Aslında iyi bir hekim olduğuna inandığımız ve işini de gerçekten iyi yaptığına bizzat hastası olarak tanık olduğumuz bu hekim, neden bize böyle davranıyordu? Kötü düşünmek istemiyor ve onları anlamak istiyorum. Şöyle mi diyorlar acaba? “Bizi böyle şeylerle uğraştırmayın bizim işimiz hastalığı tedavi etmek, biz hastayı iyileştiriyoruz daha ne istiyorsunuz bizden” mi diyorlar acaba.

Bu noktada bir karşılaştırma geliyor aklıma. Avukat olarak önümüze işlenmiş olan en ağır bir suç dahi geldiğinde biz savunma rolünü üstleniyoruz. Bu savunmayı yaparken diyoruz ki; “Biz asla ve asla suçu savunmuyoruz. Biz suçluyu savunuyoruz. Bir kimse suçlu dahi olsa onun hazırlık aşamasından tutun da mahkeme önünde ki yargılamasına kadar bazı hakları vardır. Hatta mahkûm olduğunda cezaevinde dahi –ıslah olabilmesi ve topluma yeniden kazandırılabilmesi için- yasaların ona tanıdığı bazı hakları vardır. Bizim görevimiz bu hakların ona kullandırılması, suçlu dahi olsa yasaların ona tanıdığı haklardan faydalanmasıdır”. Bu nedenle de avukat suçu değil suçluyu savunur. Bunun tersi gibi duran ve fakat hekimlik mesleği açısından da doğru olan şey; hekimlerin hasta ile değil hastalıkla mücadele etmesidir. Bu nedenle acaba hekimler de bizi hasta değil hastalık ilgilendiriyor bırakın işimizi yapalım mı diyorlar acaba? Bunu diyorlarsa katılmamak mümkün değil çok güzel ve doğru bir düşünce. Bizim de onlardan asıl istediğimiz zaten bu değil midir? Bizi iyileştirmeleri tedavi etmeleri değil midir isteğimiz? Onlar adına varsaydığım bu düşünce doğru bile olsa eksiktir. Çünkü onlar hasta olarak da haklarımıza saygı duymalı ve gerektiğinde dosyamızın bir suretini bize eksiksiz ve itirazsız VER-melidirler. Aksi halde kayıtları verilmeyen bu kişiler avukat olarak bize başvuracaklardır. İşte bize müracaat ettiklerinde bu kişilerin bizdeki adı artık hasta değil müvekkil olur ve bizde avukat olarak görevimiz icabı bizzat MÜVEKKİLİN (hastanın) haklarını aramakla yükümlü olduğumuzdan; “müvekkilin hakları” nedeniyle hekimlere dava açmak zorunda kalacağız. Benim başıma gelen örnekte olduğu gibi belki de işini iyi yapan ve hastayı tedavi eden hekimlere dava açacağız, şikâyet edeceğiz. Bu durumda hekimin hastalıkla mücadelesinde verdiği emeğin değeri anlaşılamayacaktır. Hekim; “bak görüyor musun adamı iyileştirdik, tedavi ettik ama kalkmış bize dava açıyor, bu şartlar altında nasıl çalışılır” diye düşünüp, diğer hastalara ve mesleğine karşı moral gücünü kaybedecektir. İşte bu noktada birbirimizi iyi anlamalıyız diye düşünüyorum. Hekimler işini iyi yapmak yanında hasta haklarını da saygı duymalıdırlar. Yoksa biz canımızı emanet ettiğimiz bu meslek mensuplarına karşı dava açmak istemiyoruz. Nitekim yaşadığım bu olay kendimizle ilgili olduğu için dava açmak yerine yazdım. Ama bize başvuran müvekkil olursa buna mecbur kalırız.

Anlamayı bırakın okumakta dahi zorlandığımız hekimin yazılarından oluşan hasta dosyasına ilişkin kayıt suretlerini hekimden -babam adına- isterken bunu laf olsun yada enerjim kaybolsun, zamanım çalınsın diye yapmamıştım. Babam kısa bir süre sonra İstanbul’dan ayrılacağı ve yaşadığı şehirde başka doktorların da gözetiminde olacağı için doğru bir tedavi sürecinin devamı için bunları istemiştik.

VER….
VEREMEM….
NEDEN?
VEREMEM….

Hekimin Verem-em cevabına karşı, Neden? diye sorduğumda cevap yine Verem-em idi.

Bundan sonra ne yapılır, bu kısır döngüden nasıl çıkılır? Birden kendimi hekimi de bilgilendirmek yükümlülüğü altında hissettim. Yine soğuk kanlı ve yumuşak bir üslupla anlatıyorum. Hasta hakları yönetmeliğinin 16. maddesinin çok açık olduğunu, bu nedenle kayıtlarımızın birer suretinin tarafımıza verilmesi gerektiğini, üstelik babama yapılan her müdahale ve tedaviye ilişkin bir dosya tuttuğumuzu ve her farklı doktora gidildiğinde bu dosyayı yanımızda götürdüğümüzü, bir hasta ve hatta hasta olmayan bir insan için dahi dosya tutmanın doğru ve üstelik hekimlere yardımcı bir şey olduğunu; ancak, buna rağmen kayıtlarımızın birer sureti verilmediği takdirde yapacağımız tek şeyin de şikâyet etmek olacağını belirttim. En basit bir hakkın temini için dahi yargıya gitmek, …… üstelik oradan çıkacak bir kararın sadece tarafları bağlaması, ..… herkesin her olayda (aynı konuda) yeniden yargıya başvurması, ..… zaten yeterince ağır olan yargının iş yükünün böylesine basit konular için daha da artması, ..… ne kadar kötü değil mi?

Hastaneden çıktığımda durumu meslektaşım Av. Halide Savaş ile paylaştım. Kısa bir sohbetimizden sonra, “bu konuyu yazarsanız yayınlarız faydalı olur” dedi. Meslektaşımın bu önerisi üzerine yazmaya karar verdim. Mesleğim icabı başvuru usulünü biliyor olmama rağmen bu konuda dava açma şikâyet etme meraklısı da değilim. Hem dava açsam bir tek biz yaralanacaktık. Oysa yazsam belki birden fazla insana faydam olurdu.

En kötüsü ne oldu biliyor musunuz? Hekimin hakkımız olana “VEREM-em” şeklinde çok sert ve tek kelimeyle karşı koyması üzerine hukukçu refleksim gereği anında itiraz etmem ve bunun üzerine geçen konuşmaların babamın yanında cereyan etmiş olması. Hadi ben olayı biraz daha anlamaya çalışıyordum; fakat babamın, yani hekimin bizzat hastasının “güven” unsuru tamamen sarsılmıştı. Öyle sanıyorum ki hekim işini çok iyi yapmıştı ama neden bize kayıtlarımızın bir suretini vermiyordu. Bir çekincesi mi vardı? Bir yerde hata mı yapmıştı? Sağ gözün düzelmemiş olmasının sebebi hekim hatası mıydı? Bu yüzden mi vermiyordu bizzat bize ait olan kayıtları? Şimdi benim için yorucu ve yepyeni bir süreç başlıyordu, SARSILAN GÜVENİMİZİ ONARMAK… Bir taraftan babamı ikna etmeye çalışıyorum; “babacım zannetmiyorum bir hata olduğunu, yaşlılığa bağlı retinada sorun var, galiba ondan düzelmedi gözün” derken diğer taraftan sarsılan güvenimizi tamir etmek için başka doktorlara başvurma hazırlığındayım. Maddi ve Manevi yeni bir kayıp sürecine girmemizin nedeni hekimin haksız yere VEREM-em cevabı değil miydi? Belki de, mesleğinde iyi ama hastasının haklarından habersiz olan hekimin bizi düşürdüğü durum işte buydu.

Ülke toplamında ele alındığında milli kayıp olarak gördüğüm bu enerji ve zaman kaybı hiç yaşanmasa daha iyi olacak, ama sanırım daha çok yaşayacağız. Çünkü yasalar çabuk değişebiliyor ama karşımıza “teamül” olarak çıkan bu sert zihniyetin değişmesi için sanırım beklemeye devam.

Öğleden sonra hastaneye tekrar gittiğimde hasta hakları sorumlusu bir görevli karşılıyor beni. Gayet nazik bir şekilde anlatmaya başlıyor; “olur mu efendim biz talep edildiğinde kayıt ve belgeleri veriyoruz, kim size dedi verilmiyor diye, bizim yurt dışından hastalarımız gelir hatta onlar istemeden biz dosyalarından bir suret hazırlayıp kendilerine veriyoruz” gibi cümleler sarfedip devam ediyor; “hemen şimdi dosyanızdan suretleri hazırlayıp vereceğim size”. Sorumlu kişinin yaptığı bu konuşmasından; hastanenin yurt dışından gelen hastalara daha ayrıcalıklı bir tutum takınıp tüm hastalara eşit davranmadığı da ortaya çıkıyordu aslında. Hastane Yönetimi ile Hekimi karşılaştırıyorum kafamdan. Hasta, kendine ait kayıtların birer suretini istediğinde ve bir sorun oluştuğunda; örneğin hekim veremem dediğinde, hastane yönetiminin vermesi mi doğru ve yerinde bir davranıştır? Yoksa yönetim vermediğinde hekimin devreye girip “hayır o benim hastam ve benim yaptığım tüm işlemlere ilişkin birer suret vermelisiniz” demesi mi doğru bir davranıştır? Her ikisinin de yasalara uygun davranması gerektiğini açıklamaya gerek yok sanırım.

Sonunda hastane kayıtlarımızdan birer fotokopi alabildim. Aldım ama kendimi ne mesut ne de mutlu hissettim. Aksine üzüldüm bu kadar basit bir konu için bu kadar uğraşmak ve zaman kaybetmek zorunda kaldığım için. Sormak lazım hekimlere; “vermeyecekseniz o halde niye dosya tutuyorsunuz” diye. Eee sorumluluk var. Bakanlık ister, Mahkeme ister, değil mi? Hadi vazgeçtim oğlu olarak bana vermenizi, ama babama, yani hastanın bizzat kendisine neden vermiyorsunuz? O yaşlı haliyle babam daha sonra devamlı soruyor bana; “yani neden vermiyorlar?” açıklamak çok zor. Ama umarım bu yaklaşımın, hasta ve yakınlarında yarattığı güven kaybı ile kuşku anlaşılır da, buna bir son verilir. İki gün sonra hekimimiz dahi beni arıyor; “kayıtları alabilmişsiniz, nasıl aldınız” filan diyor. Bir zafer kazanmış havasına girip mutlu olayım diyorum ama olmuyor, alt yapım buna uygun değil, mutlu olamıyorum, üzüntüm devam ediyor. Yorulmuş bir şekilde aynı şeyi tekrar ediyorum; “evet doktor bey verdiler zaten hasta hakları yönetmeliği açık verilmesi gerekir” diyorum.

Verem olmadan bu olayları atlattım belki ama çok fazla yoruldum ve üzüldüm. “Biz, avukat olarak bu kadar zorlanıyorken sade vatandaş ne yapar acaba” diye düşünmekten de kendimi alıkoyamıyorum. Sağlık hukuku ile ilgilenen bir avukat olmam dolayısıyla hem yaşadıklarımızı paylaşmak ve hem de hukuki düzenlemelerden kaynaklanan doğal hakların kullanılmasının sağlanabilmesine bir nebze de olsa katkıda bulunmak amacı ile kaleme aldığım yazımı, iyi niyetle hareket ettiklerine inandığım hekimlerimizi, hastane yöneticilerimizi biraz daha özenli davranmaya davet ederek bitiriyorum. Saygılarımı sunar, sağlıklı ve hakkaniyetli günler dilerim.

Av. Mustafa DOĞAN
(İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi Üyesi)